BÜYÜKLERİN YANINDA ÇOCUK SEVİLMEZ ANLAYIŞININ PERDE ARKASINDA NELER VAR?
Ahmed Bîcan’ın,
“nakildir ki” diyerek aktardığı bir rivâyette ise;
“Hz. Peygamber’in, torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i (61/680) onlar daha küçük iken dizine oturtup, şefkat ederek sevdiği, Hasan’ı ağzından, Hüseyin’i de boynundan öptüğü anlatılmaktadır.
Bunun üzerine Cebrâil’in derhal üç şal getirdiği, kara, sarı ve kırmızı renklerdeki bu şalları, Allah’ın gönderdiğini söylediği ve Hz. Muhammed’e şöyle demesini emrettiği haber verilmektedir: “Reva mıdır beni nice seversin ki, karşumda oğlanlarını öpersin? Benim aşkım onu ister ki, benden gayri nesne sevmeye. Bu kara donu sen giy, zîra yas donudur. Bu sarı donu Hasan giysin ki, ağu (zehir) içecektir. Ve kızıl donu Hüseyin giysin ki, şehid olup kanı bulaşır”
dediği nakledilmektedir.
Bu rivâyette anlatılanlarla
kıssacıların anlattıkları arasındaki paralellik dikkatleri çekmekte ve duygusal yanı ağır basan
üslup kendini hemen belli etmektedir. Zîra Yüce Allah’ın böyle bir şey yapmayacağı
gâyet açık ve nettir. Nitekim, Hz. Peygamber’in vefâtı esnasında henüz
yedi ve sekiz yaşlarında olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i en sevimli oldukları, sevgiye ve ilgiye en fazla ihtiyaç duydukları bir çağda sevmesi ve öpmesinden daha doğal bir şey olamaz. Dolayısıyla, son derece tabii olan torun sevgisinin bu şekilde cezalandırılmasını anlamak güç görünmektedir.
“Büyüklerin yanında çocuk sevilmez” anlayışının arkasında yatan temel sebeplerden bir tanesi de, rivâyette verilen bu
açık ama yanlış mesaj olsa gerektir. Çocukları çok seven ve sevilmesini tavsiye eden, onların başını okşayıp hayır dua eden;
torunu Hüseyin’i omzuna bindirip gezdiren;
çocuk ağlaması duyunca namazı kısaltan;
sefer dönüşlerinde kendisini karşılayan çocukları bineğine alıp önüne ve arkasına oturtan;
ilk önce olgunlaşan meyveler kendisine getirildiğinde, bereketli olmaları için dua ettikten sonra, orada bulunan en küçük çocuğa vermeyi âdet edinen;
savaşlarda çocuklara zarar verilmesini yasaklayan;
kucağına sevmek için aldığı bebeğin elbisesine idrarını yapmasına kızmayıp su ile temizleyen
ve bu durumu hoşgörü ile karşılayan bir Peygamber’in
Allah tarafından böyle azarlandığı ve başına gelecek felâketlerin önceden ona haber verildiği insanlara aktarılacak olursa, doğal olarak bu kimseler de, çocuklarına karşı sevgilerini gizleyecekler, büyüklerinin yanında çocuklarını sevemeyecekler ve ayıplanacakları korkusuyla da öpemeyeceklerdir.
Büyüklere saygısızlık olarak değerlendirilen böyle bir anlayışın, günümüzde bazı bölgelerde hâlâ geçerliliğini muhâfaza ettiği bilinmektedir. Çocuk sevgisini insanın kalbine koyan Allah, bu sevginin ölçülü olmasını istemekte ve bunun bir imtihân nedeni olduğunu bildirmektedir.
Bu sevgide aşırıya kaçılmadığı ve sevgiler karıştırılmadığı sürece insanı Allah’tan uzaklaştırmayacağı, aksine O’na yaklaştıracağı gerçeği ortadadır. Zîra bu durum, kişinin Yüce Allah’ı daha çok şükreden bir kul olmasına vesile olabilir. Çocukları kendisine verenin ve alanın Allah olduğunu bilen bir kimse için bunun bir problem teşkil etmeyeceği bilinmektedir.
Dolayısıyla
meşrû çerçevede eş, çocuk ve mal sevgisinin olmasında herhangi bir sakınca yoktur.
Netice îtibârıyla, Hz. Peygamber’in sözleri ve uygulamalarıyla bağdaşmayan ve âyetlere ters düşen bu rivâyetin uydurma olması kuvvetle muhtemeldir. Bu tür rivayetlere karşı çok dikkatli olunması gerekmektedir.
Selam ve dua ile…
Geniş bilgi için bkz, Dr. Ahmet Emin Seyhan, Hadislerde Kıyamet Alametleri, s. 97-98
Rivâyetin bu kısmıyla ilgili Hz. Peygamber’in Kütüb-i Sitte’de yer alan sözleri ve uygulamaları bilinmektedir. Nitekim, O, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin hakkında: “
Onlar benim dünyadaki iki demet çiçeğimdir” demektedir. Bkz. BUHÂRÎ, 62/Ashâbü’n-Nebî, 22 (IV, 217), 78/Edeb, 18 (VII, 74); TİRMÎZÎ, 46/Menâkıb, 30 (V, 657). Aynı şekilde Hz. Hasan’ı kastederek: “
Allah’ım ben onu seviyorum, sen de sev. Onu seveni de sev” diye dua etmektedir. Bkz. BUHÂRÎ, 62/Ashâbü’n-Nebî, 22 (IV, 216-217); MÜSLİM, 43/Fedâilü’s-Sahâbe, 8 (II, 1882-1883); TİRMÎZÎ, 46/Menâkıb, 30 (V, 656-657, 661).
AHMED BÎCAN, s. 266.
BUHÂRÎ, 47/Şirket, 13 (III, 113); 80/Daavât, 31 (VII, 156); 93/Ahkam, 46 (VIII, 124).
TİRMÎZÎ, 46/Menâkıb, 30 (V, 661).
BUHÂRÎ, 10/Ezan, 65 (I, 173-174); MÜSLİM, 4/Salât, 37 (I, 342-343); TİRMÎZÎ, 2/Salât, 159 (II, 214); NESÂÎ, 10/İmâmet, 35 (II, 94-95).
BUHÂRÎ, 26/Umre, 13 (II, 204); 56/Cihad, 196 (IV, 39); 77/Libas, 99, 100 (VII, 67, 68); MÜSLİM, 43/Fedâil, 11(II, 1885); NESÂÎ, 24/Menâsik, 121 (V, 212); EBÛ DÂVUD, 15/Cihad, 54 (III, 59).
MÜSLİM, 15/Hac,85 (I, 1000).
BUHÂRÎ, 56/Cihad, 147, 148 (IV, 21); MÜSLİM, 32/Cihad, 8 (II, 1364); TİRMÎZÎ, 19/Siyer, 48 (IV, 162); 14/Diyât, 14 (IV, 22-23); EBÛ DÂVUD, 15/Cihad, 11 (III, 121).
BUHÂRÎ, 80/Daavât, 3 (VII, 156).
Âl-i İmrân, 3/14; Enfâl, 8/28; Teğâbün, 64/15.
Bakara, 2/155-156.
Furkân, 25/74; Kasas, 28/77; Rûm, 30/21.