-
- Katılım
- 1 May 2020
-
- Mesajlar
- 17,344
-
- Çözümler
- 1
-
- Tepkime puanı
- 47,707
-
- Puan
- 113
BÜTÜN CAHİLLER BİRBİRİNE BENZER!!!
İlginçtir, Müslümanlar dışındaki neredeyse bütün batı/l fikir ve düzenler İslam'a mensup olan herkesi "tek bir isim ve sıfatla" ilişkilendirip, sonra da sıfat tarafında yapılan her şeyi "tek bir isme" havale ederlerken, Müslümanların büyük çoğunluğu ise batı/l/a aynı muameleyi yapmıyor.
Bir fikir ve paradigması olmayan bu beşer düzenlerini kemalizm/laiklik/liberalizm gibi sıfatlarla ilişkilendirerek, onlara bir bakıma hiç de hak etmedikleri bir değer atfediyorlar.
Amr b. Hişam'ı "Ebu Cehil" olarak adlandıran bir dinin mensupları olarak, öncelikle kendimizi ve muhataplarımızı doğru tanımlamak gibi bir zorunluluğumuz var oysaki...
Cahillerin bütün fikir ve düzenleri beşer aklına dayandığı için, esasen tek tornadan çıkmış gibidirler. Düşmanlıkları, stratejileri, üslup ve yöntemleri hep aynıdır. Zaman zaman aynı şartlarda ve farklı yerlerdeki birbirinden bağımsız olay ve durumlara karşı aynı tepkileri verip aynı hataları yapmamızın ana nedeni de budur denilebilir.
Zira kendi tanımımızı yapmadan başkalarını tanımlamaya kalkıyor, üstelik yolda da düşman araç ve gereçleriyle düşmana galebe çalmaya çalışıyoruz.
Öncelikle kendimize yaptığımız tanımlar bizi özgün kılar. Biz kendimiz olduğumuz sürece, düşmanın da bizim sahamızdaki yeri daralır, manevra kabiliyeti azalır.
Tanımadığınız birine yaptığınız her tanım, muhatabınızı sizinle aynı konuma indirger oysa... Sıradan birine önemli biriymiş gibi tanımlar yapanların, esasen kendi içlerinde bir "sıkıntının" var olduğunu söylemek mümkün...
Bu da büyük çoğunlukla kadimle ve kaynakla kurdukları ilişkinin temelsiz ve zayıf olduğunu gösterir. Yani donanım olarak bir paradigmadan yoksun olduğunu belli etmemek için, güya düşman saflarına doğru mücadele eder gibi görünen oldukça zayıf bir karakterden bahsediyoruz.
Oysa İslâm pratik olarak bir hayat kaynağı olduğu kadar, tarihe ve insana yön veren kadim bir idrak ve şuur havzasıdır. Membaı da Kur'an'dır. Dalları ise Efendimiz'in (as) sîretidir.
Bu havzadan ve bu membadan kana kana içip idrakini ve kalbi doyurmayan her beşerin yolu şaşar, fütursuzca haddini aşar ve sonunda da bir Firavun'un sofrasına meze olur. Şaşkınlıkla şuur arasında gider gelir vesselam...
Kaynaktaki her bulanıklık, muğlaklık ve nakıslık yolun da selametinin sınırlarını belirler. Müslümanlar hadlerini ve hudutlarını kaynakla çizmedikçe kendileri de tanımsız hale gelir ve gittikleri yol da yol olmaktan çıkar.
Birkaç metre sonra yolda yok olur.
Kaynak yoksa çizilen sınırlar, yürünen yollar hep birer yanılsamadan ibarettir.
Düşmanlarımız da öyle...
Belki de bize bizden daha düşman biri de yoktur!...
Kim bilir...
Kerim Aral
İlginçtir, Müslümanlar dışındaki neredeyse bütün batı/l fikir ve düzenler İslam'a mensup olan herkesi "tek bir isim ve sıfatla" ilişkilendirip, sonra da sıfat tarafında yapılan her şeyi "tek bir isme" havale ederlerken, Müslümanların büyük çoğunluğu ise batı/l/a aynı muameleyi yapmıyor.
Bir fikir ve paradigması olmayan bu beşer düzenlerini kemalizm/laiklik/liberalizm gibi sıfatlarla ilişkilendirerek, onlara bir bakıma hiç de hak etmedikleri bir değer atfediyorlar.
Amr b. Hişam'ı "Ebu Cehil" olarak adlandıran bir dinin mensupları olarak, öncelikle kendimizi ve muhataplarımızı doğru tanımlamak gibi bir zorunluluğumuz var oysaki...
Cahillerin bütün fikir ve düzenleri beşer aklına dayandığı için, esasen tek tornadan çıkmış gibidirler. Düşmanlıkları, stratejileri, üslup ve yöntemleri hep aynıdır. Zaman zaman aynı şartlarda ve farklı yerlerdeki birbirinden bağımsız olay ve durumlara karşı aynı tepkileri verip aynı hataları yapmamızın ana nedeni de budur denilebilir.
Zira kendi tanımımızı yapmadan başkalarını tanımlamaya kalkıyor, üstelik yolda da düşman araç ve gereçleriyle düşmana galebe çalmaya çalışıyoruz.
Öncelikle kendimize yaptığımız tanımlar bizi özgün kılar. Biz kendimiz olduğumuz sürece, düşmanın da bizim sahamızdaki yeri daralır, manevra kabiliyeti azalır.
Tanımadığınız birine yaptığınız her tanım, muhatabınızı sizinle aynı konuma indirger oysa... Sıradan birine önemli biriymiş gibi tanımlar yapanların, esasen kendi içlerinde bir "sıkıntının" var olduğunu söylemek mümkün...
Bu da büyük çoğunlukla kadimle ve kaynakla kurdukları ilişkinin temelsiz ve zayıf olduğunu gösterir. Yani donanım olarak bir paradigmadan yoksun olduğunu belli etmemek için, güya düşman saflarına doğru mücadele eder gibi görünen oldukça zayıf bir karakterden bahsediyoruz.
Oysa İslâm pratik olarak bir hayat kaynağı olduğu kadar, tarihe ve insana yön veren kadim bir idrak ve şuur havzasıdır. Membaı da Kur'an'dır. Dalları ise Efendimiz'in (as) sîretidir.
Bu havzadan ve bu membadan kana kana içip idrakini ve kalbi doyurmayan her beşerin yolu şaşar, fütursuzca haddini aşar ve sonunda da bir Firavun'un sofrasına meze olur. Şaşkınlıkla şuur arasında gider gelir vesselam...
Kaynaktaki her bulanıklık, muğlaklık ve nakıslık yolun da selametinin sınırlarını belirler. Müslümanlar hadlerini ve hudutlarını kaynakla çizmedikçe kendileri de tanımsız hale gelir ve gittikleri yol da yol olmaktan çıkar.
Birkaç metre sonra yolda yok olur.
Kaynak yoksa çizilen sınırlar, yürünen yollar hep birer yanılsamadan ibarettir.
Düşmanlarımız da öyle...
Belki de bize bizden daha düşman biri de yoktur!...
Kim bilir...
Kerim Aral
