- Katılım
- 1 May 2020
- Mesajlar
- 6,520
- Tepkime puanı
- 5,651
- Puanları
- 113
- Konum
- istanbul
- Web sitesi
- forummeskeni.com
- Burç
- Balık
- Hobim
- Rap-Hiphop
- İsim
- Fatih
- Meslek
- Özel
- Cinsiyet
- Medeni Hal
- Takım
Bu ne şiddet, bu ne celâl
Gençlere “Bizi Zorlayın” diyen kimdi? Müyesser Yıldız yazdı...
Sanırsınız ki, Ege'deki adalarımızı Boğaziçili öğrenciler işgâl etmiş...
Sanırsınız ki, İdlib'de askerlerimizin başına bombaları onlar yağdırmış...
Sanırsınız ki, “Fransız İslâmı” icadı da onların fikri...
ABD ve AB'ye “beyaz sayfa açma” çağrısı yapılırken, Yunanla “diyalog” peşinde koşulurken, Putin “ezeli dost” sayılırken, “Zihinsel tedaviye ihtiyacı var.” denilen Macron bile “Sevgili Emmanuel” olurken yurdumuz gençliğine bu ne şiddet, bu ne celâl, bu ne anlayışsızlık?!..
Sorun ne?
Tepeden atanmış bir rektör istemiyorlar. Tüm isyanları buna.
Ama her zamanki algı operasyonuyla mesele buradan çıkarılıp, “din düşmanlığına”evriltildi.
Velev ki, birkaç kendini bilmez Kabe'ye saygısızlık etti; bu kadar sorunla karşı karşıya iken devlet aklı neyi gerektirir?
Halkın arasına yeni bir nifak sokulmaması için konuyu uhuletle ve suhulutle halletmeyi mi, bizatihi devlet eliyle yangına benzin dökmeyi mi?
Oysa milletimize ve gençliğe neler neler vaad etmişlerdi!..
Buyurun, hep birlikte hatırlayalım.
HÜKÜMETİN ROLÜ TOPLUMA TERCİHLER EMPOZE ETMEK DEĞİLDİR
Erdoğan, 15 Mart 2003'te Başbakanlık görevini Abdullah Gül'den devralırken, “59. Hükümet, hiçbir ayrımcılığa ve gerginliğe prim vermeyecektir. Milletimizin hem ortak aklı hem de ortak vicdanı olacaktır. Herkesin vatandaşlık haklarını kullanması, hükümetimizin en büyük önceliği olacaktır.”demedi mi?
1 gün sonra, “AKP'nin açtığı ak sayfa ile artık gerilim tüccarlarının tasfiye olduğunu”müjdelemedi mi?
Ya, 18 Mart'ta TBMM'de “Partimizin hükümet etme mantığını ortaya koyacak”dediği hükümet programını okurken şunları anlatmadı mı?
“Hukuk ve adalet anlayışımız gereği, hukukun üstünlüğü içerisinde, devletin, topluma ve bireylere dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep aidiyeti gibi sebeplerle ayırım gözetmesi söz konusu olmayacaktır. Bu konular etrafında ayrımcı politikalar peşinde koşanlar, karşılarında, AK Parti hükümetini aşılmaz bir engel olarak bulacaklardır.”
Üniversiteler ve gençlik için şu görüşleri dillendirmedi mi?
“Üniversiteler, her çeşit düşüncenin demokratik bir ortamda, hoşgörü içinde öğretilip tartışıldığı, yasakların ve sınırlamaların olmadığı özgür bir foruma dönüştürülecektir. Bize göre; sınırlandırılmayan, keyfiliğe ve hukuksuzluğa olanak sağlayan, katılımı ve temsili önemsemeyen, bireysel ve kolektif hak ve özgürlükleri hiçe sayan totaliter ve otoriter anlayışlar, sivil ve demokratik siyasetin en büyük düşmanlarıdır. AK Parti iktidarı, her türlü dayatmacı, buyurgan, tek tipçi, toplum mühendisliğine dayanan yaklaşımları sağlıklı bir demokratik sistem için engel olarak görür. Bu çerçevede hükümetin rolü, topluma tercihler empoze etme gücünü ele geçirmek olmayıp, barışı, anayasal düzeni ve adaleti korumakla sınırlıdır. Devletin ideolojik bir tercihle kendisini dogmatik bir alan olarak tanımlaması, savunulmaması gereken bir durumdur. Asli fonksiyonlarına çekilmiş, küçük ama dinamik ve etkili bir devlet, vatandaşını tanımlayan, biçimlendiren, ona tercihler dayatan değil, vatandaşın tanımladığı, denetlediği ve şekillendirdiği bir devlettir. Hükümetimiz, toplumun gençlere, gençlerin de Türkiye’ye güvenini sağlamayı temel hedefleri arasında görmektedir. Özgür düşünceli, kendi başına karar verebilen, sorgulayan, kendi toplumunun ve evrensel doğrulardan haberdar olan ve hayatın güçlükleriyle baş edebilecek donanımlı ve yetenekli gençler yetiştirmek önemli hedeflerimiz arasındadır.”
6 Mayıs 2003'teki Grup toplantısında, “Bizim önceliğimiz Türkiye’dir ve biz asla partizanlık yapmayacağız. Bizim, ülkemizin başına uzun yıllardır musallat olan adama iş bulma gibi bir kaygımız asla yok ve olamaz. Bizim kaygımız ehliyetli, liyakatli ve bunu ispatlamış insanları işin başına koymaktır.’’ sözü vermedi mi?
2003'ün 19 Mayıs'ından 1 gün önce, Samsun'da düzenlenen AKP Gençlik Şöleni'nde, “Sizin umutlarınızı karartanlar biliniz ki iktidara bir daha kolay kolay gelemeyecektir. Çünkü siz iktidar olacaksınız. Çünkü, siz milletsiniz. Bizim iktidarımız, gençliğin iktidarıdır. Bizim için hepimiz çok değerlisiniz.’’ diye konuşmadı mı?
BUZAĞI ALTINDA ÖKÜZ ARAYAN SİYASETÇİLERDEN KURTULALIM
3 Haziran 2003'te şu çağrıyı yapmadı mı?
“Türkiye’yi küçük düşürecek söz ve beyanlardan kaçınalım. Dünyanın gözleri üzerimizdeyken, ilkel tartışmalardan çıkalım ve halkımıza hukuku, demokrasiyi, ekonomik refahı ve adaleti lütfen çok görmeyelim. Biz içeride birbirimizin meşruiyetini, vatandaşlık haklarını tartışıp, didiştikçe Türkiye dışarıya yanlış bir fotoğraf verdi. Gelin, hep birlikte, birbirimize zaaf isnat etmekten, vehimler üretmekten ve öküz altında buzağı arama aşamasını da geçip, buzağı altında öküz aramaktan başka bir şey yapmayan, milletten kopmuş siyasetçilerin gündemlerinden kurtulalım. Hepimiz bu ülkenin ekmeğini yiyor, suyunu içiyoruz. Artık enerjimizi toprağa vermekten, çağdışı ideolojik tartışmalardan yakamızı kurtaralım. Önce devlet olarak insanımıza güvenelim, ülkemize güvenelim ki, vatandaşın da devlete güvenini tesis edelim.”
Yine o dönemde şunları söylemedi mi?
“Bu ülkede herkes söyleyecek nesi varsa bunu rahatlıkla söyleyebilsin istiyoruz. Gençlerin fikir dalaşında değil, fikri müzakerelerde bulunmasını istiyoruz ve şekilci, kalıpçı değiliz.”
“Artık bu milletin evlatlarını birbirinden ayırmak devrini kapatalım. Bitsin bu dönem. Biz asla dincilik yapmayacağız. Çünkü bizim ülkemizde Müslümanlar da var, Müslüman olmayanlar da. Dini bir partinin önüne getirmek veya bir partinin malzemesi haline getirmek ihanettir. Bizim ortak paydamız, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığımızdır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak biz birbirimizi seviyoruz, sevmeye de mecburuz. Millet bu meseleyi halletmiş de, bu meseleyi halledemeyen bazı yukarda gezindiğini zanneden zavallılar var. Olay bu...”
BU MİLLET SİZİ TEPEDE TUTMAYA MECBUR DEĞİL
“Gençlerimizin ülkemizin geleceğinden umudu kestiği, yönetenlerin yönetmekten aciz kaldığı, kimseye yararı olmayan tartışmalarla zihinsel enerjimizin çalındığı o zor yılları aklımızdan hiç çıkarmamamız gerekiyor. Türkiye’nin bir daha aynı günlere dönmemesi, omuzlarımızdaki emanetin şuurunda olmamıza bağlıdır.Türkiye’nin aynı girdaba yeniden sürüklenmemesi için dikkatli ve kararlı hareket etmemiz gerekiyor. Allah’ın izniyle bir daha aynı korkulu rüyaları görmeyeceğiz. Ben bu kürsüden milletime söz veriyorum.”
“Bu ülkede bu saatten sonra hiç kimsenin antidemokratik sınırlamalarla, temsil haklarının gölgelenmesiyle, temel özgürlüklerinin tartışmaya açılmasıyla uğraşmaya niyeti yoktur. Bu ülkenin kendine özgü şartları olduğunda herkes hemfikirdir. Ancak Türkiye’ye özgü bu şartların, bu sıkıntıların varlığı, Türkiye’ye özgü bir demokrasi tarifi yapmayı haklı çıkarmaz. Türkiye kendi insanına, kendi demokratik geçmişine ve siyasi kültürüne güvenebilecek kadar olgun bir ülkedir.”
“Siyasi tarihimiz, siyasetin sosyal alandaki veya sosyal alan içindeki yeri ve işlevini anlayamadığı, bu hassasiyete sırt çevirdiği için siyaset sahnesinin dışında kalan partilerin ve siyasetçilerin silik hatıraları ile doludur. Bu tablolardan gerekli dersleri alarak yola çıkan bir partiyiz. İlerlemezsek, geriye düşeceğimizin şuuru içindeyiz ve içinde olmalıyız. Bu millet hiçbir zaman sizi tepede tutmaya veya daha da ileri götürmeye ne mecburdur, ne mahkumdur. Eğer gereğini yapmazsak, gereğini yapmazsanız, o zaman da indirmek onun en tabi hakkıdır.”
12 Ekim 2003'teki AKP 1. Olağan Büyük Kongresi'ni de hatırlayalım. Şöyle konuşmadı mı?
“Vurguyla söylüyorum: Bizler, insanımıza bakarken kafamızda bir 'yurttaş şablonu' olmaksızın bakıyoruz. Her inanca, her kültüre, her kimliğe 'eşit yakınlıkta' duruyoruz. Bizler; kadının hukukunun tam olarak korunduğu, kadının topluma her alanda daha çok kılavuzluk ettiği ve daha çok katkıda bulunduğu, çocuklarımızın ve gençlerimizin geleceğinin teminat altına alındığı, eğitimde ve çalışma hayatında fırsat eşitliğinin sağlandığı, alın terinin hakkını tam olarak aldığı, sanatın ve kültürün baş tacı edildiği, sanatçıların ve kültür adamlarının haklarının korunduğu ve gerçek saygıyı gördüğü bir Türkiye’nin rüyasını görüyoruz. Yolsuzluklarını ve usulsüzlüklerini örtbas etmek için rejim bunalımı çıkarma oyunu oynayanların bu zevksiz oyunlarının son kullanma tarihi geçmiştir. Hiç kimse, yaptıkları yolsuzlukların ve usulsüzlüklerin ortaya çıkmasını engellemek için rejim üzerine bir tartışma çıkarmaya girişmesin. İşini iyi yapmayan siyasetçi, rejim bekçiliği yapmaya; milletin verdiği emaneti istismar eden bürokrat milliyetçilik kisvesine bürünmeye, yolsuzluk yapan işadamı devletin temel nitelikleri üzerinden polemik üretmeye kalkışmasın. Buradan bir kere daha ilan ediyorum ki, milletin kanını emen bu oyunların son kullanma tarihi geçmiştir. Yağma Hasan'ın böreği burada bitmiştir; bugünden sonra milletin hakkı milletin dışında hiçbir odağa, kişiye, kuruma, çeteye yar edilmeyecektir.”
26 Ekim 2003'te, “Türkiye artık dayatmacı ve 'ben bilirimci' tavırlarla yönetilebilecek bir ülke olmaktan çıkmıştır.” demedi mi?
TALEPLERİNİZİ HER ZEMİNDE DİLLENDİRİN
Bu örnekleri 19 Mayıs 2004'ten 1 gün önce Gaziantep'te düzenlenen Gençlik Şöleni'ndeki konuşmasıyla bitirelim. Şunları vurgulamadı mı?
“Sizin başaramayacağınız hiçbir şey, varamayacağınız hiçbir hedef yok; kendinize sonuna kadar güveniniz. Sizlere açık yüreklilikle şu sözü veriyorum: Türkiye bir daha asla köhne yönetim anlayışlarına ve demode zihniyetlere teslim edilmeyecektir. Türkiye bir daha asla geleceğinden taviz vermeyecek, dünyanın gittiği yönün aksine yürümeyecektir. Geleceğin aydınlık fikirleri, Türkiye’nin çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkması ve kendi değerlerimizden ilham alarak daha güçlü bir medeniyet fikrine ulaşmamız adına bizleri zorlayınız. Bu ülkenin gelecek yolculuğunda değişim ve demokrasi fikrinin lokomotifi sizler olunuz. Vaktinizi dünün yanlışlarını eleştirerek heba etmeyin; memleket meseleleriyle ilgilenin, sorunların çözümü için bizlerle birlikte kafa yorun. Türkiye’nin gelecek vizyonu adına taleplerinizi seslendirmeye meşru olmak kaydıyla her zeminde devam ediniz. Bizler her zaman yanınızdayız.”
Bir nereden nereye öyküsü daha!..
BOĞAZİÇİ'NDEN YARGITAY DERSİ
Ancak anlatmak istediğim başka. Türkiye o sözlerden, ideallerden buraya nasıl geldi?
Kimilerinin korku, kimilerinin başka sebeplerle hukuksuzluğa teslim olması; Anayasa ve yasaları değil, buyrukları esas alması yüzünden, değil mi?
Sadece 1 ay öncesini hatırlayalım; Boğaziçi Üniversitesi'ne rektör atanırken, bir atama daha gerçekleştirildi.
Yargıtay'ın kapısından girip de tek dosyanın kapağını açmamış bir isim, 107 üyenin oyuyla jet hızıyla Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçildi.
Her türlü güvenceye sahipler... Gözaltına alınma veya tutuklanma ihtimalleri de yoktu, ama oy veren, vermeyen; hiçbir Yargıtay üyesinin sesi çıkmadı/çıkamadı!..
İşte buna karşılık direnen bir avuç genç, onlara sahip çıkmaya çalışan öğretim üyeleri...
Onları peşinen suçlamak yerine, devleti yönetenler başta olmak üzere hepimiz bari bu tablodan payımıza düşen dersleri çıkarsak!..
Müyesser Yıldız
Gençlere “Bizi Zorlayın” diyen kimdi? Müyesser Yıldız yazdı...
Sanırsınız ki, Ege'deki adalarımızı Boğaziçili öğrenciler işgâl etmiş...
Sanırsınız ki, İdlib'de askerlerimizin başına bombaları onlar yağdırmış...
Sanırsınız ki, “Fransız İslâmı” icadı da onların fikri...
ABD ve AB'ye “beyaz sayfa açma” çağrısı yapılırken, Yunanla “diyalog” peşinde koşulurken, Putin “ezeli dost” sayılırken, “Zihinsel tedaviye ihtiyacı var.” denilen Macron bile “Sevgili Emmanuel” olurken yurdumuz gençliğine bu ne şiddet, bu ne celâl, bu ne anlayışsızlık?!..
Sorun ne?
Tepeden atanmış bir rektör istemiyorlar. Tüm isyanları buna.
Ama her zamanki algı operasyonuyla mesele buradan çıkarılıp, “din düşmanlığına”evriltildi.
Velev ki, birkaç kendini bilmez Kabe'ye saygısızlık etti; bu kadar sorunla karşı karşıya iken devlet aklı neyi gerektirir?
Halkın arasına yeni bir nifak sokulmaması için konuyu uhuletle ve suhulutle halletmeyi mi, bizatihi devlet eliyle yangına benzin dökmeyi mi?
Oysa milletimize ve gençliğe neler neler vaad etmişlerdi!..
Buyurun, hep birlikte hatırlayalım.
HÜKÜMETİN ROLÜ TOPLUMA TERCİHLER EMPOZE ETMEK DEĞİLDİR
Erdoğan, 15 Mart 2003'te Başbakanlık görevini Abdullah Gül'den devralırken, “59. Hükümet, hiçbir ayrımcılığa ve gerginliğe prim vermeyecektir. Milletimizin hem ortak aklı hem de ortak vicdanı olacaktır. Herkesin vatandaşlık haklarını kullanması, hükümetimizin en büyük önceliği olacaktır.”demedi mi?
1 gün sonra, “AKP'nin açtığı ak sayfa ile artık gerilim tüccarlarının tasfiye olduğunu”müjdelemedi mi?
Ya, 18 Mart'ta TBMM'de “Partimizin hükümet etme mantığını ortaya koyacak”dediği hükümet programını okurken şunları anlatmadı mı?
“Hukuk ve adalet anlayışımız gereği, hukukun üstünlüğü içerisinde, devletin, topluma ve bireylere dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep aidiyeti gibi sebeplerle ayırım gözetmesi söz konusu olmayacaktır. Bu konular etrafında ayrımcı politikalar peşinde koşanlar, karşılarında, AK Parti hükümetini aşılmaz bir engel olarak bulacaklardır.”
Üniversiteler ve gençlik için şu görüşleri dillendirmedi mi?
“Üniversiteler, her çeşit düşüncenin demokratik bir ortamda, hoşgörü içinde öğretilip tartışıldığı, yasakların ve sınırlamaların olmadığı özgür bir foruma dönüştürülecektir. Bize göre; sınırlandırılmayan, keyfiliğe ve hukuksuzluğa olanak sağlayan, katılımı ve temsili önemsemeyen, bireysel ve kolektif hak ve özgürlükleri hiçe sayan totaliter ve otoriter anlayışlar, sivil ve demokratik siyasetin en büyük düşmanlarıdır. AK Parti iktidarı, her türlü dayatmacı, buyurgan, tek tipçi, toplum mühendisliğine dayanan yaklaşımları sağlıklı bir demokratik sistem için engel olarak görür. Bu çerçevede hükümetin rolü, topluma tercihler empoze etme gücünü ele geçirmek olmayıp, barışı, anayasal düzeni ve adaleti korumakla sınırlıdır. Devletin ideolojik bir tercihle kendisini dogmatik bir alan olarak tanımlaması, savunulmaması gereken bir durumdur. Asli fonksiyonlarına çekilmiş, küçük ama dinamik ve etkili bir devlet, vatandaşını tanımlayan, biçimlendiren, ona tercihler dayatan değil, vatandaşın tanımladığı, denetlediği ve şekillendirdiği bir devlettir. Hükümetimiz, toplumun gençlere, gençlerin de Türkiye’ye güvenini sağlamayı temel hedefleri arasında görmektedir. Özgür düşünceli, kendi başına karar verebilen, sorgulayan, kendi toplumunun ve evrensel doğrulardan haberdar olan ve hayatın güçlükleriyle baş edebilecek donanımlı ve yetenekli gençler yetiştirmek önemli hedeflerimiz arasındadır.”
6 Mayıs 2003'teki Grup toplantısında, “Bizim önceliğimiz Türkiye’dir ve biz asla partizanlık yapmayacağız. Bizim, ülkemizin başına uzun yıllardır musallat olan adama iş bulma gibi bir kaygımız asla yok ve olamaz. Bizim kaygımız ehliyetli, liyakatli ve bunu ispatlamış insanları işin başına koymaktır.’’ sözü vermedi mi?
2003'ün 19 Mayıs'ından 1 gün önce, Samsun'da düzenlenen AKP Gençlik Şöleni'nde, “Sizin umutlarınızı karartanlar biliniz ki iktidara bir daha kolay kolay gelemeyecektir. Çünkü siz iktidar olacaksınız. Çünkü, siz milletsiniz. Bizim iktidarımız, gençliğin iktidarıdır. Bizim için hepimiz çok değerlisiniz.’’ diye konuşmadı mı?
BUZAĞI ALTINDA ÖKÜZ ARAYAN SİYASETÇİLERDEN KURTULALIM
3 Haziran 2003'te şu çağrıyı yapmadı mı?
“Türkiye’yi küçük düşürecek söz ve beyanlardan kaçınalım. Dünyanın gözleri üzerimizdeyken, ilkel tartışmalardan çıkalım ve halkımıza hukuku, demokrasiyi, ekonomik refahı ve adaleti lütfen çok görmeyelim. Biz içeride birbirimizin meşruiyetini, vatandaşlık haklarını tartışıp, didiştikçe Türkiye dışarıya yanlış bir fotoğraf verdi. Gelin, hep birlikte, birbirimize zaaf isnat etmekten, vehimler üretmekten ve öküz altında buzağı arama aşamasını da geçip, buzağı altında öküz aramaktan başka bir şey yapmayan, milletten kopmuş siyasetçilerin gündemlerinden kurtulalım. Hepimiz bu ülkenin ekmeğini yiyor, suyunu içiyoruz. Artık enerjimizi toprağa vermekten, çağdışı ideolojik tartışmalardan yakamızı kurtaralım. Önce devlet olarak insanımıza güvenelim, ülkemize güvenelim ki, vatandaşın da devlete güvenini tesis edelim.”
Yine o dönemde şunları söylemedi mi?
“Bu ülkede herkes söyleyecek nesi varsa bunu rahatlıkla söyleyebilsin istiyoruz. Gençlerin fikir dalaşında değil, fikri müzakerelerde bulunmasını istiyoruz ve şekilci, kalıpçı değiliz.”
“Artık bu milletin evlatlarını birbirinden ayırmak devrini kapatalım. Bitsin bu dönem. Biz asla dincilik yapmayacağız. Çünkü bizim ülkemizde Müslümanlar da var, Müslüman olmayanlar da. Dini bir partinin önüne getirmek veya bir partinin malzemesi haline getirmek ihanettir. Bizim ortak paydamız, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığımızdır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak biz birbirimizi seviyoruz, sevmeye de mecburuz. Millet bu meseleyi halletmiş de, bu meseleyi halledemeyen bazı yukarda gezindiğini zanneden zavallılar var. Olay bu...”
BU MİLLET SİZİ TEPEDE TUTMAYA MECBUR DEĞİL
“Gençlerimizin ülkemizin geleceğinden umudu kestiği, yönetenlerin yönetmekten aciz kaldığı, kimseye yararı olmayan tartışmalarla zihinsel enerjimizin çalındığı o zor yılları aklımızdan hiç çıkarmamamız gerekiyor. Türkiye’nin bir daha aynı günlere dönmemesi, omuzlarımızdaki emanetin şuurunda olmamıza bağlıdır.Türkiye’nin aynı girdaba yeniden sürüklenmemesi için dikkatli ve kararlı hareket etmemiz gerekiyor. Allah’ın izniyle bir daha aynı korkulu rüyaları görmeyeceğiz. Ben bu kürsüden milletime söz veriyorum.”
“Bu ülkede bu saatten sonra hiç kimsenin antidemokratik sınırlamalarla, temsil haklarının gölgelenmesiyle, temel özgürlüklerinin tartışmaya açılmasıyla uğraşmaya niyeti yoktur. Bu ülkenin kendine özgü şartları olduğunda herkes hemfikirdir. Ancak Türkiye’ye özgü bu şartların, bu sıkıntıların varlığı, Türkiye’ye özgü bir demokrasi tarifi yapmayı haklı çıkarmaz. Türkiye kendi insanına, kendi demokratik geçmişine ve siyasi kültürüne güvenebilecek kadar olgun bir ülkedir.”
“Siyasi tarihimiz, siyasetin sosyal alandaki veya sosyal alan içindeki yeri ve işlevini anlayamadığı, bu hassasiyete sırt çevirdiği için siyaset sahnesinin dışında kalan partilerin ve siyasetçilerin silik hatıraları ile doludur. Bu tablolardan gerekli dersleri alarak yola çıkan bir partiyiz. İlerlemezsek, geriye düşeceğimizin şuuru içindeyiz ve içinde olmalıyız. Bu millet hiçbir zaman sizi tepede tutmaya veya daha da ileri götürmeye ne mecburdur, ne mahkumdur. Eğer gereğini yapmazsak, gereğini yapmazsanız, o zaman da indirmek onun en tabi hakkıdır.”
12 Ekim 2003'teki AKP 1. Olağan Büyük Kongresi'ni de hatırlayalım. Şöyle konuşmadı mı?
“Vurguyla söylüyorum: Bizler, insanımıza bakarken kafamızda bir 'yurttaş şablonu' olmaksızın bakıyoruz. Her inanca, her kültüre, her kimliğe 'eşit yakınlıkta' duruyoruz. Bizler; kadının hukukunun tam olarak korunduğu, kadının topluma her alanda daha çok kılavuzluk ettiği ve daha çok katkıda bulunduğu, çocuklarımızın ve gençlerimizin geleceğinin teminat altına alındığı, eğitimde ve çalışma hayatında fırsat eşitliğinin sağlandığı, alın terinin hakkını tam olarak aldığı, sanatın ve kültürün baş tacı edildiği, sanatçıların ve kültür adamlarının haklarının korunduğu ve gerçek saygıyı gördüğü bir Türkiye’nin rüyasını görüyoruz. Yolsuzluklarını ve usulsüzlüklerini örtbas etmek için rejim bunalımı çıkarma oyunu oynayanların bu zevksiz oyunlarının son kullanma tarihi geçmiştir. Hiç kimse, yaptıkları yolsuzlukların ve usulsüzlüklerin ortaya çıkmasını engellemek için rejim üzerine bir tartışma çıkarmaya girişmesin. İşini iyi yapmayan siyasetçi, rejim bekçiliği yapmaya; milletin verdiği emaneti istismar eden bürokrat milliyetçilik kisvesine bürünmeye, yolsuzluk yapan işadamı devletin temel nitelikleri üzerinden polemik üretmeye kalkışmasın. Buradan bir kere daha ilan ediyorum ki, milletin kanını emen bu oyunların son kullanma tarihi geçmiştir. Yağma Hasan'ın böreği burada bitmiştir; bugünden sonra milletin hakkı milletin dışında hiçbir odağa, kişiye, kuruma, çeteye yar edilmeyecektir.”
26 Ekim 2003'te, “Türkiye artık dayatmacı ve 'ben bilirimci' tavırlarla yönetilebilecek bir ülke olmaktan çıkmıştır.” demedi mi?
TALEPLERİNİZİ HER ZEMİNDE DİLLENDİRİN
Bu örnekleri 19 Mayıs 2004'ten 1 gün önce Gaziantep'te düzenlenen Gençlik Şöleni'ndeki konuşmasıyla bitirelim. Şunları vurgulamadı mı?
“Sizin başaramayacağınız hiçbir şey, varamayacağınız hiçbir hedef yok; kendinize sonuna kadar güveniniz. Sizlere açık yüreklilikle şu sözü veriyorum: Türkiye bir daha asla köhne yönetim anlayışlarına ve demode zihniyetlere teslim edilmeyecektir. Türkiye bir daha asla geleceğinden taviz vermeyecek, dünyanın gittiği yönün aksine yürümeyecektir. Geleceğin aydınlık fikirleri, Türkiye’nin çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkması ve kendi değerlerimizden ilham alarak daha güçlü bir medeniyet fikrine ulaşmamız adına bizleri zorlayınız. Bu ülkenin gelecek yolculuğunda değişim ve demokrasi fikrinin lokomotifi sizler olunuz. Vaktinizi dünün yanlışlarını eleştirerek heba etmeyin; memleket meseleleriyle ilgilenin, sorunların çözümü için bizlerle birlikte kafa yorun. Türkiye’nin gelecek vizyonu adına taleplerinizi seslendirmeye meşru olmak kaydıyla her zeminde devam ediniz. Bizler her zaman yanınızdayız.”
Bir nereden nereye öyküsü daha!..
BOĞAZİÇİ'NDEN YARGITAY DERSİ
Ancak anlatmak istediğim başka. Türkiye o sözlerden, ideallerden buraya nasıl geldi?
Kimilerinin korku, kimilerinin başka sebeplerle hukuksuzluğa teslim olması; Anayasa ve yasaları değil, buyrukları esas alması yüzünden, değil mi?
Sadece 1 ay öncesini hatırlayalım; Boğaziçi Üniversitesi'ne rektör atanırken, bir atama daha gerçekleştirildi.
Yargıtay'ın kapısından girip de tek dosyanın kapağını açmamış bir isim, 107 üyenin oyuyla jet hızıyla Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçildi.
Her türlü güvenceye sahipler... Gözaltına alınma veya tutuklanma ihtimalleri de yoktu, ama oy veren, vermeyen; hiçbir Yargıtay üyesinin sesi çıkmadı/çıkamadı!..
İşte buna karşılık direnen bir avuç genç, onlara sahip çıkmaya çalışan öğretim üyeleri...
Onları peşinen suçlamak yerine, devleti yönetenler başta olmak üzere hepimiz bari bu tablodan payımıza düşen dersleri çıkarsak!..
Müyesser Yıldız