İnsanoğlu yalnızca hayatta kalmak için çabaladığı taş devrinde bile motifleri kullanmış. Neden sadece yazı değil de eklentiler? İşte aslında buradan çıkıyor her şey.
Hadi taş devrini bir kenara bırakalım daha yakın çağa gelelim. Glatyatörlerin ölüm ve yaşama emri nasıl veriliyordu? Evet '
' bu işaretlerle. Günümüze geldiğimizde bunlar beğen, beğenme işaretine dönüştü. Yılın getirsi değil emojiler.. yıllar boyu süregelen oluşumun çağa uyarlanması. Hiçbir şey yoktur ki daha önce yapılmamış olsun.
Anlatımı hep daha güçlü daha yoğun kılmak istiyoruz. Bu kelimeleri yazarken dahi kafamdaki tonlarca kelimelerden cımbızla bir kaç kilosunu seçiyorum.
Olay sadece emojiler değil.. Dillerin kendine has özellikleri, yoğunlukları ve kuralları var.
Kendi dilimizden yola çıkacağım. Türkçe dili evrilmeye müsait bir dil. Bu hazineyi kullanmamak olur mu hiç?
Divan edebiyatında ki yoğunluk, Halk edebiyatında ki naiflik, Tanzimat edebiyatındaki çatışma, Cumhuriyet edebiyatındaki adanmışlık. Bunların hepsinin başını 'kendini ifade etme içgüdüsü ve en önemlisi bir şeyi nasıl ifade ediş şeklin ' çekiyor.
Size bir hikaye anlatmak istiyorum. Babam anlatmıştı asla da unutmam, kelimelerimi de ona göre seçerim, bende büyük bir güdü bırakan bu hikayeyi sizlerle paylaşmak istedim.
Padişah, bir gece rüyasında tüm dişlerinin döküldüğünü, yemek bile yiyemez hale geldiğini görür.
Sıkıntı içinde uyanır. Vezirini çağırıp sarayın rüya tabircisinin hemen huzuruna getirilmesini
buyurur. Uyku sersemi tabircibaşı yanına gelince, padişah düşünü anlatıp sorar:
“Tabircibaşı, bu rüya hayır mıdır, şer midir? Neye işarettir, hele bir söyle.”
Tabircibaşı biraz düşünür; sonra utana sıkıla:
“Şerdir, Padişahım” der.
“Uzun yaşayacaksınız; ama ne yazık ki, tüm yakınlarınızın gözlerinizin önünde birer birer ölüp sizi
yapayalnız bıraktıklarını göreceksiniz.”
Bir an sessizlik olur; ardından padişah kükrer:
“Tez atın şunu zindana, felaket habercisi olmak neymiş öğrensin!”
Tabircibaşı, yaka paça götürülüp zindana atılır. Padişah bir başka tabircinin bulunmasını emreder.
Huzura getirilen ikinci tabirciye de rüyasını anlatıp sorar:
“Hayır mıdır, şer midir?” der.
İkinci tabirci de önce biraz düşünür; ama sonra yüzü aydınlanır:
“Hayırdır, Padişahım!” der. “Bu rüya, tüm yakınlarınızdan daha uzun yaşayacağınızı gösterir. Daha
nice seneler boyu ülkenizi yönetebileceksiniz.”
Padişah, ağzı kulaklarında buyurur: “Bu tabirciye iki kese altın verin!”
Başından sonuna durumu izleyenler, tabirciye sorar:
“Aslında sen de tabircibaşı da aynı şeyi söylediniz. Neden onu cezalandırdı da seni ödüllendirdi?”
Tabirci güler:
Elbette aynı şeyi söyledik; ama önemli olan, kimilerine NE söylediğin değil, NASIL söylediğindir.?
-Alıntı