Bir şeylere yetişmeye çalışırken her şeyi kaçıran modern insan!
Gökhan Özcan, modernliğin inşa ettiği gündelik yaşam pratiklerinin insanı nasıl insanlığından uzaklaştırdığına dikkat çekiyor.
Gökhan Özcan / Yeni Şafak
Bırakalım bütün trenler kaçsın!
Herkesin yapacak o kadar çok şeyi var ki, artık pek çoğunu neden yapmak istediğini bile hatırlamıyor. Çoğumuz yapmak zorunda olduğumuz şeylerin telaşıyla oraya buraya koşuştururken, yapmak istediklerimizi yapamıyor olmanın hayal kırıklıklarını da bir yük olarak sırtımızda taşıyoruz.
“Bugün de bir önceki günle tıpatıp aynı, sanki hayatımda hiçbir şey değişmiyor!” dedi mutsuz olan. “Belki bugünkü senle dünkü sen birbirinin tıpatıp aynı olduğu içindir bu!” dedi buna karşılık diğerinden daha umutlu olan.
Gündelik hayatın zorunlulukları olduğuna inandığımız şeyleri yapmak gerçekten zorunlu mu bizim için? Yapmayı istediğimiz şeyleri yapabilsek bu tatmin edecek mi bizi? Yoksa bunlardan sıkılıp yeni bir ‘yapmak istediğimiz şeyler listesi’ mi edineceğiz kısa zamanda?
“Ne yapılması gerektiğine dair bilgimiz ile ne yapabileceğimize dair hissettiklerimiz arasındaki uçurumda yaşıyoruz” diyor ‘Çalınan Dikkat’ isimli kitabında Johann Hari.
Yaşadığımız her anı ya gelecek daha iyi başka bir anı bekleyerek ya bir türlü gelmeyen tozpembe geleceğin hayal kırıklıklarıyla geçiriyor ya da bir an önce atlayıp geçilmesi gereken bir engel olarak görüyor, böyle yaşıyoruz. Hiçbir zaman yaşadığımız anın insanı olmuyor, olamıyoruz. Bunu içimize sindiremiyor, içinde olduğumuz gerçek hayata rıza gösteremiyoruz. Kendimizi hep başka ve çok daha parlak zamanlara saklıyor, yakıştırıyoruz. Aklı hep başka bir zamanda olanın içinde varlık bulabileceği, içine girebileceği, nefes alabileceği ve bir şeylerin tadına, farkına, ayırdına ve şuuruna varabileceği bir hayatı olmuyor doğal olarak.
‘Huzursuzluğun Kitabı’nda insanları huzursuz eden boş şeylere vurgu yapıyor Fernando Pessoa: “En fazla ıstırap veren duygular, en can yakan heyecanlar, aynı zamanda en saçma olanlardır; imkansız şeylere karşı, sırf imkansızlığın yarattığı istek, hiç var olmamış olana duyulan özlem, geçmişte olabilecek olana duyulan arzu, farklı olmamanın acısı, dünyanın var olduğunu görmenin verdiği tatminsizlik duygusu…”
Plak takılmadığı sürece hiçbir şarkı sadece tekerrürden ibaret olmaz.
Değişmek için yarım adım bile atmaya cesaret gösteremeyenler, bütün günlerini hayatta hiçbir şeyin değişmediğini kahrolarak birbirlerine tekrar etmekle geçiriyor.
Hayatta her an yeni bir oluş, yeni bir yaratılış var. Her an sonsuz sayıda şey değişiyor dünyada. Bizler bizi mutlu kılacak anların her zaman yaşadığımız anın dışında olduğuna kendimizi inandırdığımız için bu sonsuz değişimin farkında olamıyoruz. Farkında olamadığımız için bir parçası da olamıyoruz. Akan şeylerle birlikte akamıyoruz. Hiçbir şeyin değişmediğine kendimizi o kadar inandırmışız ki, bu artık bizim için bir sabit fikir… Değişen şeylerle birlikte değişemememizin, o canlandırıcı hareketi yakalayamıyor olmamızın sebebi de bu! Hayatın tabii seyrine kendimizi bırakabilsek, kendi hikayemize rıza gösterebilsek hayatın ne kadar olağanüstü, ne kadar heyecan verici, ne kadar hayrete düşürücü bir kurgu ile, sonsuz ihtimalli bir ilahi akışla seyrettiğini farkedebileceğiz. Hayatın her anı, farkında olabilenler için mucizevî bir tecrübe aslında. Buna inanmadığımız için, hep başka yerlere baktığımız için biz bu idrake varamıyoruz sadece.
“Hayatımız boyunca bir şeyleri kaçıracağız kaygısıyla yoruyoruz kendimizi” dedi beyaz saçlı adam, “sonunda anlıyoruz ki kaçırdığımız tek şey kendi hayatımız aslında!”