Bir şehrin gerçek ihtiyaçları nelerdir?
Mustafa Kutlu, İstanbul'un bir semtindeki armut ağacının hikayesinden yola çıkarak şehircilik meselesi üzerine hatırlatmalarda bulunuyor.
Mustafa Kutlu / Yeni Şafak
Akbank’ın önünde armut ağacı
İstanbul’da, Karaköy Meydanı’nda, Akbank’ın önünde bir armut ağacı var. Her bahar çiçek açar, meyve verir. Kimi-kimsesi, arayanı soranı yoktur. Olgunlaşmadan dökülen meyveleri ara sıra dibinde oturan ayakkabı boyacılarının tepesine düşer.
Onu oraya kim dikmiştir? Nasıl gelişip serpilmiş, böyle güzel-leşmiştir? Yaprak-larının üzerinden bugüne kadar kaç metreküp zehirli gaz, kurum geçmiştir? Bütün bunlar bir yana.
Şehrin her yanını masa üzerinde kesip biçen eller gün geçmiyor ki Karaköy Meydanı’nı da delik deşik etmesinler. Caddeler açılıyor, kapanıyor, altüst geçitler inşa ediliyor, durakların yerleri değişiyor, binalar yıkılıyor-yapılıyor; saltanat tacını elbirliği, gönül hoşluğuyla başına geçirdiğimiz arabalar uğruna her zillete katlanıyoruz.
Armut ağacı yıllardır meydanda olup bitenleri gözlüyor. Dozerlerin kepçeleri, çelik tırnaklarını zaman zaman köklerinin uçlarında gezdiriyor. Yanından yöresinden henüz ergenliğe varmış küçük fidanlar tutuklanıp götürülüyor, çiçek tarhları bozuluyor, yeşil alan diye yapılan el kadar sahalara asfalt dökülüp bir-iki arabaya daha park yeri açılıyor.
Armutçuk yaprağının yeşilini parlatadursun, küçümen meyvelerine kaskatı kesilmiş toprağın üzerine betonlar, asfaltlar dökülerek nefesi kesilmiş toprağın-derinliklerinden iki yudum su emerek taşımaya çalışsın, dibinde gölgelenenlere kol-kanat gersin kimseler onu fark etmiyor. Haydi meydanın mahşeri andıran kalabalığı neyse, ya o bankaya her sabah gelip, her akşam giden insanlar. Ne olurdu içlerinden bir genç kız, başını sevda dumanı kaplamış bir delikanlı, bir kez olsun selam verse, şöyle bir gülümsemiş olsa.
Önünde dikilip durduğu bankanın varlığı, yani kâğıt paranın itibari değeri, yani bir hisse senedi gibi görülmeye dayanamıyor. Bir süs bitkisi değil o. Ne Kanada kavağı, ne de akasya. Cetleri asalet unvanı taşımıyor ama her uzvuyla halis armut ağacı olduğunu ispat edebilir.
Oracıkta insanların haline bakıp duruyor. Analar ellerinden tuttukları çocuklarını hoyratça çekip götürüyorlar. İşportacılar yerlere tükürüyor, uğultudan kimsenin ne dediği anlaşılmıyor. Şehrin insanları “ağaç” diyorlar sadece, “balık” diyorlar.
Evet, “çocuk” diyorlar sadece, bir numara çeviriyorlar, bir amblem istiyorlar, bir slogan.
Plancılar yeşil alanları yeşile boyuyorlar, çevreciler oturdukları modern teknolojinin koltuklarında mayışarak dumansız yakıt, zararsız deterjan istiyorlar. Onların bütün korkusu alışkanı oldukları “yalancı cennet”e bir gün gelip “elveda” diyecekleridir. Balkonlarda büyüyen çocuklar horozdan korkarken, ihtisas alanı dışında kalanlar buğdayla arpayı ayırt edemezken, kim bakar Akbank’ın önündeki armut ağacına.
Armutçuk oracıkta zehir soluya soluya ölüp gidecek.
Şehre lazım olan nedir kardeşim?
Park yeri mi?
Armut ağacı mı?
Elbette park yeri.
O zaman izin vermeyin kardeşim.
Aklı köyünde, dağında kalmış bazı kapıcıların, müstahdemlerin, gece bekçilerinin olur olmaz yerlere armut, elma, erik dikmelerine.
Bunlar baharda çiçek açıyor, insanın aklını alıyorlar.
Yazık değil mi, hem ağaca, hem bana.