
"Bir Müslüman nasıl bakmalı?"
"Bir Müslüman Nasıl Bakmalı?" sorusunun her dönem geçerliliğini koruduğunu vurgulayan Yasin Aktay, Müslümanların, İslami değerlere uygun bir yaşam sürdürerek insanlığa alternatif sunma sorumluluğuna sahip olduklarını hatırlatıyor.
Müslümanların yaşadıkları olaylara ve durumlara nasıl bir niyetle ve bakış açısıyla yaklaşmaları gerektiğini değerlendiren Yasin Aktay, “Müslüman, yaptığı her işin İslam'a uygun olup olmadığını önemsemeli ve bu dikkati yaşamının her alanında sürdürmelidir.” diyor.
Bu durumun, kişisel ve toplumsal ilişkiler, ticaret ve diğer eylemler üzerindeki etkisi üzerinde de duran Aktay, Müslümanların, farklı kavramlar ve modernleşmenin etkileri karşısında bir sorgulama içinde olmaları gerektiğini ifade ediliyor.
Yazı ayrıca, "Bir Müslüman Nasıl Bakmalı?" sorusunun her dönem geçerliliğini koruduğunu ve bu sorunun Müslümanların varoluşlarını şekillendiren temel bir yaklaşım olduğunu vurgulayarak, Müslümanların, İslami değerlere uygun bir yaşam sürdürerek insanlığa alternatif sunma sorumluluğuna sahip olduklarını hatırlatıyor.
Bir Müslüman gibi bakmak
Yasin Aktay / Yenişafak
Aynı dünyada yaşıyor olsak da aynı olayların çemberinden geçiyor olsak da niyetlerimizle ve bakışlarımızla koyarız farkımızı. Dışarıdan bakanların çoğu zaman fark edemeyeceği bir farktır bu. Bir Müslüman gibi bakmak bir niyettir her şeyden önce, bir Müslüman gibi davranmaya yönelen bir niyet. Ama bu bir Müslümanda parçalanamayan bir niyettir. Bir Müslüman her işini bir Müslüman gibi yapmayı önemseyen kişiye denir. Bazı işlerini bir Müslüman gibi yapmayı önemseyip başka bazı işlerini başka bir insan gibi yapmayı düşünemez bir Müslüman. Belki gaflete düşer, bir Müslüman gibi davranmanın farkı üzerinde düşünmeyi ihmal eder veya günaha girerek kuralı ihlal eder ama bu ihmaller ve ihlaller geçici, istisnai haller olur. Ana kural Müslümanın yaptığı her işin İslam’a uygun olup olmadığını önemsemesidir.
İster İslamcılığın son zamanlarda nereye doğru evrildiğine dair tartışmalar, isterse de sekülerleşmenin gidişatına dair tartışmalar bu bakışı ihmal ederek hiçbir şey göremez, hiçbir şey anlayamazlar. Bugün Müslümanlar yaptıkları işlerin, tercihlerin, eylemlerin, ilişkilerinin, dostluklarının, düşmanlıklarının İslam’a uygun olup olmadığı sorusunu ne kadar önemsedikleri, bu sorunun hayatlarını ne kadar yönlendirdiği üzerinden kendilerini test edebilirler.
Bir kez muhafazakâr veya Müslüman kimliğini benimsemiş olan birçok insanın hayatını harala gürele yaşıyor olması, ticaretini İslam’a uygunluk ölçüsünü hiç aramadan, helale harama, faize, fahiş kazanca, alın terine saygıya hiç dikkat etmeden yapıyor olması, yaptığı işin çevreye, insanlara, ülkeye faydadan çok zararı dokunup dokunmadığına hiç dikkat etmeden yapıyor olması yaygın bir tipoloji. Bu tipolojideki insanlar isimlerinin Müslüman, meyillerinin muhafazakâr olması dolayısıyla İslamcılık veya sekülerliğin serencamı açısından bir veri olarak görülmesine kimse itiraz edemez elbet. Ancak İslam’ın kendi otantiklik jargonu açısından ciddi bir sorun olarak görülmeleri de kaçınılmaz. Ama aynı jargon içinde bu ihtimalin de her zaman mümkün ve sıradan bir ihtimal olduğunu da söyleyelim. Burada sosyoloji ile dinin kendi mantığı, takdir ve tahkiminin ayrı bir düzeyde ilerlemesi mukadder olur.
Burada bir Müslüman gibi bakmanın, ideolojik bir akım veya dalganın çok ötesinde, her zaman ciddi bir ağırlığının olduğunu kaydedelim de kimsenin hakkını yemeyelim. Türkiye’de kazancının helalini-haramını gözeten, yaptığı her işi yapmadan önce İslam’a uygun olup olmadığını gözeten geniş bir kitle vardır. İslam’a gerçek anlamda bir hayatiyet kazandıran da bu insanların niyetleri, bakışları ve faaliyetleridir.
Birkaç yıl önce Beyan Yayınları için değerli dostum-meslektaşım Prof. Dr. Mahmut H. Akın ile farklı konulara ve meselelere bir Müslümanın nasıl bakması gerektiğini soran ve bu soruya bir cevap arayan 20 ciltlik bir küçük kitaplar serisinin hazırlığını yaptık. Kitap dizisinin başlığı da “Bir Müslüman Nasıl Bakmalı” diye belirlenmişti. Demokrasi, ırkçılık ve milliyetçilik, gelenek ve muhafazakarlık, Batı medeniyeti, evrim ve Darwinizm, kader ve özgürlük, ekonomi ve faiz, Kuran ve tarihsellik, Kur’an ve sünnet, felsefe, sosyal medya, cinsellik ve aşk, kadın ve feminizm, deizm ve ateizm, modernleşme ve modernizm gibi konulara bir Müslüman nasıl bakmalı?
Bu sorunun ilk akla getirdiği mesele bir Müslümanın bütün bu konulara herkesi bağlayacak mutlak ve tek bir bakışının nasıl olabileceğiydi. Yani bütün bu konular etrafında Müslümanlar da ihtilaf edemez miydi? Bu konuda Müslümanlar için ihtilaf caiz değil midir? Elbette caizdir, bu başlık altında ortaya konulan görüşler bile tartışılabilirdi. Ama buna rağmen bu başlıktan vazgeçmedik. Çünkü bizatihi bu başlığın kendisi Müslümanlar için en önemli istikameti, en önemli mihveri işaret ediyordu. Hangi iş olursa olsun, hangi konu olursa olsun bir Müslümanın Müslümanca bir bakışı, Müslümanca bir niyeti ve eylemi vardır. Bu bakışın ne olduğu yeterince açık olmayabilir her zaman, ama bunu varsaymak ve aramak durumundadır Müslüman. Bu niyetle aradığında bulduğu şey başka Müslümanların aynı niyet ve arayışla bulduğundan elbette farklılıklar arz edebilir. Ama her birinde değişmeyen şey, Müslümanın yaptığı her işi Allah için ve O’nun rızasına uygun olarak yapmayı önemsemesidir.
Bu tespit aslında zaten vahiyle muhatap olduğu günden bu yana bütün Müslümanların varoluşlarını belirleyen bir yaklaşım olmuştur. Bir Müslümanı tanımlayan en önemli özelliği yaptığı her işi Allah'ın ismiyle ve Allah'ın Kitabında beyan ettiği rızasına uygun olarak yapmayı önemsemesidir. O rızanın nerede ve nasıl tecelli ettiğini bilmek için önce Kitab'ı doğru anlamaya azmetmek lazım. Doğru anlamak için doğru bakmak lazım. “Bir Müslüman Nasıl Bakmalı?" sorusu, bir sorgulamanın ve arayışın yanında Müslümanca bir duruşun hassasiyetini de içerir. Son birkaç yüzyılda dünyanın yaşadığı değişime bağlı olarak Müslümanların içinde bulundukları durum ile modernleşmenin etkileriyle hayatımıza giren kavramlara ve araçlara dair kafa karışıklığının sonucunda bu soru her vesileyle daha da çok sorulur olmuştur.
Aslında üzerine derin bir şekilde düşünüldüğünde bu sorunun bir Müslüman için dün-bugün ayrımı yapılmaksızın her zaman ve şart dahilinde sürekli sorulması gerektiği görülebilir. Asr-ı Saadet dönemi Müslümanlar için bir ütopya değil. Her dönem Müslümanlar için sağlıklı bir bakış açısı ve tabi olunan sünnet ile hayatın bir parçası kılına bilecek, mümkün, ulaşılabilir ve sürekliliği olan bir modeldir. Peygamberimizin terbiyesinden geçmiş sahabe neslinin, İslamlaşmanın sürekliliğini hem bireysel hem de sosyal olarak sür dürmelerinin temelinde aslında hep bu "Bir Müslüman Nasıl Bakmalı?" sorusu ve bu soruya samimiyetle cevap bulma arayışı olmuştur. Şüphesiz ilk Müslüman nesil, Müslümanca bir bakışın, şuurun ve yaşayışın en samimi örneği olmayı başarmış ve kendileri gibi olmayanlara insani ve ahlaki alternatif sunarak İslamlaşmaya en büyük katkıda bulunmuştur. Bir Müslüman için bu soru hiçbir zaman ve mekânda geçerliliğini yitirmeyecek bir sorudur.
Bu soru etrafında şekillenen Müslüman hayatının bir tarihselliği ve farklı tezahürleri de olur. Bu farklılaşmaları içeriden takip edemeyen insanlar Müslüman hayatının hiçbir sabitesinin olmadığı sonucuna da kestirmeden varabilir. Onların Müslümanlık hakkındaki kendi tarihsel fotoğraflarının karşılığını bir daha hiç görememeleri normal. Hayat akıp gidiyor ve hiçbir şey fotoğraftaki gibi sabit kalmıyor. Müslümanlardan bir güncelleme bekleyenler bu güncellemeyi görmeye ne kadar açıklar onu da kendileri bilecek.
Elbette Müslümanların da kendilerini anlatmak gibi bir meseleleri olmalı, ama iş gelip kimin kimden neyi işitmeye veya görmeye açık olduğu sorusuna dayanır.