- Katılım
- 1 May 2020
- Mesajlar
- 15,736
- Çözümler
- 1
- Tepkime puanı
- 42,747
- Puanları
- 113
Ziyaretçiler için gizlenmiş link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.
Ayasofya er-geç açılacak. İçinde tekbirler yine çınlayacak, ezanları dört bucak yedi iklimden duyulacak. Ancak Ayasofya’nın tekrar cami olması, üzerindeki tabelanın değişmesi, minarelerinden beş vakit ezanın duyulması, içinde namaz kılınması, kubbelerinin tekbirle çın çın ötmesinden daha fazla bir şey olacak. Ayasofya’yı cami olarak gördüğümüz gün insanlığımızın, aşkımızın, gayretimizin ve inancımızın kemali bütün dünyayı ışıtmaya başlayacak. Açılan sadece Ayasofya olmayacak, dünyanın bahtı da açılacak. Adalet yeniden tesis edilecek, zalime dur denecek, mazlumun âhı dinecek. O yüzden Ayasofya’nın geleceği bizim geleceğimizdir.
Bir İstanbul üniversitesinin İngilizce kataloğu. Giriş sayfaları öğrenci adaylarına İstanbul’un ne kadar cazip bir yer olduğunu anlatıyor. Rektörün gülümseyen portresine eşlik eden Ayasofya fotoğrafının haşmeti kataloğu ne kadar da zenginleştirmiş. İstanbul’un sembolü Ayasofya’dır; bunu öne çıkarmak gayet makul ve tabii… Ama fotoğrafta eksik bir şeyler var sanki. Diğer türlü o haşmetli Ayasofya fotoğrafının gözümüzü rahatsız etmesini nasıl açıklayacağız? Evet, evet bu fotoğrafta bir eksik var; Ayasofya’nın o muhteşem kubbesine dört yandan muhafızlık eden minareler yok. Minaresiz bir Ayasofya ne anlama gelir ki? Sadece kubbesi ile gözüken Ayasofya bizim gözümüzü tırmalar. Biz Ayasofya’yı minaresiz düşünemeyiz çünkü. Ayasofya minareleri ile bir bütündür. Tıpkı içindeki 7,5 metrelik hat levhalarını o muhteşem içyapısından ayrı düşünemeyeceğimiz gibi, dört yanındaki minareleri olmadan çekilmiş ya da rötuşlanmış bir Ayasofya fotoğrafı bize eksik gelir, biliriz ki minareler o mâbedin her anlamda kemâlini sergiler.
Ayasofya müze haline getirildiğinde hem minarelere, hem de levhalara kast etmek isteyenler olmuştu. Her iki grubun da elleri havada kaldı. Bugün onların başaramadığını objektif kurnazlığı ile başarabileceklerini düşünenler bir hayal dünyasında yaşadıklarını bilsinler. Minaresiz bir Ayasofya fotoğrafı eksik, hatta bu mazlum yapının taşıdığı mânâ itibarıyla kasıtlı bir fotoğraftır. Ayasofya fotoğrafını minaresiz vermek, Ayasofya’nın bizim için taşıdığı anlamı yok saymak demektir. O anlamı yok saymak kendimizi yok saymakla eş anlamlıdır. Biz bu mânâyı feda etmeyiz. Biliriz ki biz bu mânâ ile payidarız. Dünya bizi bu mânâ ile tanımıştır. Bu anlamda Ayasofya bizim geçmişimiz, halimiz ve geleceğimizdir. Ayasofya bizi biz yapan değerlerin en üstünde yer alır. Hatta bu o kadar açık ve keskin bir hakikattir ki şu cümle bizim onunla irtibatımızı göstermesi açısından özün özü bir cümledir: Ayasofya bizim kaderimizdir. Evet, Ayasofya, geçmişi, şimdisi ve geleceği ile “biz” denilen anlamın tecessüm etmiş halidir.
Ayasofya yüzümüzde şaklayan bir tokattır. Bütün haşmeti ve sembollerine rağmen müze olarak kullanılmasının bütün zillet, acizlik ve yenilgimize rağmen izzet sahibi insanlar gibi ortalıkta dolaşmamızdan bir farkı var mıdır? Dışımız Ayasofya’dır, içimiz laikleştirilmiş bir müzedir.
Ayasofya geçmişimizdir; Peygamber müjdesiyle fethi gerçekleştiren şerefli kumandan ve askerlerin bir hatırasıdır. Fethin sembolüdür. Kilise iken cami olması tarihin akışını değiştirmiştir. Biz, Ayasofya’nın cami olması ile bütün dünyaya şunu ilan etmişizdir: Kendisine hizmetle şereflendiğimiz değerlerimiz, diğer bütün değer sistemlerinin üstündedir. Camileşerek asli hüviyetini bulan bu mübarek yapı ezanı, tekbiri ve beş vakit eda edilen namazı ile adalet ve aşk ile yücelen bir hâkimiyetin sembolü olmuştur. O cami olarak durdukça üstünlük devam etmiş, düşme emareleri görüldüğünde onun da tadı kaçmaya başlamıştır. Yere düşüşümüzle Ayasofya’nın müzeye döndürülmesi arasındaki bağ açıktır. Ne zamanki Allah’ın yeryüzündeki ipi ile ruhlarımız ve kalbimizin irtibatı kopmuştur, Ayasofya ile de irtibatımız kopmuştur; biz Ayasofya’ya, Ayasofya da bize yabancılaşmıştır.
Ayasofya hâlimizdir. Şimdi müze olarak kullanılmaktadır. Aslî mahiyetine yabancılaşmış, Allah’a kulluk tezahürünün mekânı olmaktan çıkmış, bir teşhir merkezine dönüşmüştür. Ama ne kadar yabancılaşsa da, dört bir tarafından göğe doğru açılmış minareleri, içinde göreni haşyete sürükleyen lahuti levhaları ve en önemlisi de gireni ve göreni derin bir hüzne sürükleyen o garipliği ile bu kadar zamandır inkâr ettiğimiz kimliğimizi yüzümüze çarpmaktadır. Ayasofya yüzümüzde şaklayan bir tokattır. Bütün haşmeti ve sembollerine rağmen müze olarak kullanılmasının bütün zillet, acizlik ve yenilgimize rağmen izzet sahibi insanlar gibi ortalıkta dolaşmamızdan bir farkı var mıdır? Dışımız Ayasofya’dır, içimiz laikleştirilmiş bir müzedir. Dışımız dört yandan bakıldığında minareleri ile cami görüntüsündedir, ama bu minareler ezansızdır. Dışımız, indirilemeyen İzzet Efendi’nin levhaları gibi ilk bakana mânâmızı söyler, ama o levhaların dili susturulmuştur. Ayasofya halimizdir, gerçek kimliğimizi yüzümüze çarpan, ne olduğumuzu, nereden gelip nereye gittiğimizi vicdanımıza haykıran içimizdeki dinmeyen sestir. Ayasofya bir remzdir, bir simgedir, bir şiardır. Bizi bize anlatır. Bizi cümle âleme anlatır.
Madem Ayasofya halimizdir, istikbalimizin parlak şafağı onun kubbesinden ışıyacaktır. Bugün bize gerçek kimliğimizi yüzümüze çarpan, ne olduğumuzu, nereden gelip nereye gittiğimizi vicdanımıza haykıran Ayasofya, geleceğimizin mutluluk terennümlerini de besteleyecektir.
Ayasofya geleceğimizdir. Çünkü er-geç açılacaktır. İçinde tekbirler yine çınlayacak, ezanları dört bucak yedi iklimden duyulacaktır. Ayasofya’nın tekrar cami olması, üzerindeki tabelanın değişmesi, minarelerinden beş vakit ezanın duyulması, içinde namaz kılınması, kubbelerinin tekbirle çın çın ötmesinden daha fazla bir şeydir. Ayasofya’yı cami olarak gördüğümüz gün insanlığımız, aşkımız, gayretimiz ve inancımız bütün dünyayı ışıtmaya başlayacak. Açılan sadece Ayasofya olmayacak, dünyanın bahtı da açılacak. Adalet yeniden tesis edilecek, zalime dur denecek, mazlumun âhı dinecek.
Ayasofya açıldığı gün devlet adamlarımız Fatih misali olacak. Din-dünya dengesini ihmal etmeyecek. Bir yanda en güncel teknolojik gelişmelerle gücünü pekiştirecek diğer yanda dua ordusu ile müeyyet bir maneviyata sahip olacak. Adaletin karşısında sıradanlaşacak, yedi düvel karşısında kahramanlaşacak. Sadece idari ve siyasi alandaki yetkinliği ile değil sanatkârlığı, bediî zevki ve hassas ruhu ile temayüz edecek. Aşk, tevazu ve hamiyetini tarihe altın harflerle yazdıracak.
Ayasofya açıldığı gün ilim adamlarımız Akşemseddin misali olacak. Bâtın ilimlere vukufiyetini mikrobu keşfedecek kadar bir aşinalıkla nazari ilimlerle birleştirecek. Sadece zâhirî ilimlerin değil bâtın ilimlerinin de sultanı olacak.
Ayasofya açıldığı gün maneviyat sultanlarımız Ebu’l-Vefa misali olacak. Tekkesinin izzetini, dışarının çirkefine bulaştırmayacak ve fakat tekkesinin gündemini dışarısının gündeminden koparmayacak. Gelip kendisine bende olmak isteyen koskoca padişahı huzuruna bile almayacak derecede müstağni, bu tavrını ümmetin kaderi için yapacak kadar basiret sahibi olarak her şeyi yerli yerine koyacak.
Ayasofya açıldığı gün adalet mensuplarımız Hızır Bey misali olacak. Makamının kadr ü kıymetini hiçbir güç karşısında ezdirmeyecek. Adaletin terazisini sadece Allah korkusu ile tutacak. Eğilmeyecek, bükülmeyecek, sinmeyecek.
Ayasofya açıldığı gün öğretmenlerimiz Molla Gürânî misali olacak. Eğitimini üstlendiği şehzadeyi dizginlemeyi başarıp, o kabına sığmaz ruhtan çağ açıp çağ kapatacak bir Fatih çıkaracak. Eğitim neferi olmanın şeref ve haysiyetini en yüksek makamın heybeti karşısında bile yere düşürmeyecek.
Ayasofya açıldığı gün tüccarlarımız siftahını yaptıktan sonra yan taraftaki komşusunu düşünen esnaf gibi olacak. Kanaatkâr, gözü tok ve diğergam olacak. Aç gözlülüğün ve hırsın kısa vadesine değil sadakatin uzun vadesine oynayacak.
Kısacası Ayasofya açıldığı gün, biz şimdiki gibi olmayacağız. Ayasofya değişirse bizimle değişecek, biz değişirsek Ayasofya ile değişeceğiz. Dışımız Ayasofya olduğu gibi içimiz de Ayasofya olacak. Dışımız dört yandan bakıldığında minareleri ile cami görüntüsünde kalmayacak, Ayasofya’nın minarelerinin ezan ile şenlenmesi gibi şenlenecek. Dışımız, indirilemeyen İzzet Efendi’nin levhaları gibi ilk bakana manamızı söylemekle kalmayacak, o levhaların zikri, fikri ve şükrünün bezediği bir hal dili ile konuşacak. Madem Ayasofya halimizdir, istikbalimizin parlak şafağı onun kubbesinden ışıyacaktır. Bugün bize gerçek kimliğimizi yüzümüze çarpan, ne olduğumuzu, nereden gelip nereye gittiğimizi vicdanımıza haykıran Ayasofya, geleceğimizin mutluluk terennümlerini de besteleyecektir. Madem Ayasofya bir remz, bir simge, bir şiar, bizi bize anlatan bizden daha aşina bir mânâdır, geleceğimizin de adıdır.
AYASOFYA AÇILACAK!
Necip Fazıl Kısakürek
Gençler! Bugün mü, yarın mı, bilemem!
Fakat Ayasofya açılacak!.. Türk’ün bu vatanda kalıp kalmayacağından şüphesi olanlar, Ayasofya’nın da açılıp açılmayacağından şüphe edebilirler.
Ayasofya açılacak... Hem de öylesine açılacak ki, kaybedilen bütün mânâlar, zincire vurulmuş masumlar gibi onun içinden fırlayacak!.. Öylesine açılacak ki, bu millete iyilik ve kötülük etmişlerin dosyaları da onun mahzenlerinde ele geçecek...
Ayasofya açılacak!.. Bütün değer ölçülerini, tarih hükümlerini, dünyalar arası mahsup sırlarını, her iş ve her şey hakkındaki gerçek miyarları çerçeveleyici bir kitap gibi açılacak...
Allah tarafından mühürlenmiş kalplerin mühürlediği Ayasofya, onların aynı şekilde mühürlemeğe yeltenip de hiçbir şey yapamadığı, günden güne kabaran akınını durduramadığı ve çığlaştığı günü dehşetle kolladığı mukaddesatçı Türk gençliğinin kalbi gibi açılacak...
Ayasofya’yı, artık önüne geçilmez bu sel açacak...
Bekleyin gençler!.. Biraz daha rahmet yağsın... (Ayasofya Hitabesi , MTTB, 1965)
Ekli dosyayı görüntüle 2803
Ayasofya’nın Fatih’i Diyor ki...
“İşte bu benim Ayasofya Vakfiyem, dolayısıyla kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tedile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederlerse, aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta yardım ederlerse ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte evrak düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterlerine kaydederler veya yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse ifade ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve günahları kazanmış olurlar.
Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse; Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen Laneti onun ve onların üzerine olsun. Azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın.
Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait olacaktır. Allâh’ın azabı onlaradır. Allâh işitendir, bilendir. (Fatih Sultan Mehmed Han / 1 Haziran 1453) Genç Dergi
Ziyaretçiler için gizlenmiş link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.