- Katılım
- 3 May 2020
- Mesajlar
- 15,926
- Çözümler
- 12
- Tepkime puanı
- 42,619
- Puanları
- 113
- Konum
- FK
- Web sitesi
- forumkalemi.com
- Burç
- Akrep
- İsim
- Murat
- Cinsiyet
- Takım
'Allah-u Ekber' denilmesinden kimler, neden rahatsız olurlar?
İzmir depreminde 91 saat sonra kurtarılan Ayda bebeğin tekbirlerle karşılanması bazı çevreleri rahatsız etmiş!
Abdurrahman Güner / HAKSÖZ HABER
"Allah-u Ekber" sadâsı Resul-i Ekrem(s)’e inzal olunmaya başlanan ilk kelamdan beri Müslümanlığın yeryüzündeki nişanı oldu. O tarihten itibaren kendisine “ben Müslümanım” diyen herkes bunu izhar etmek için "Allah-u Ekber" dedi.
Müslümanların verdiği var oluş mücadelesinde de yine "Allah-u Ekber" lafzı kendisini bu anlam dünyasına ait hissedenlerin en çok kullandıkları nida cümlesi oldu. Patani’den Mağrib’e, Kafkaslardan, Afrika’ya kadar silahlı veya silahsız direniş grupları "Allah-u Ekber" cümlesinin altında bir araya geldiler. Bu yönüyle bu kullanım yalnızca bir slogan ya da harekete geçirici bir komut değil aynı zamanda bir yaşam biçimini ifade etmektedir.
Kendisini "Allah-u Ekber"in de içerisinde bulunduğu anlam dünyasına ait hissedenler taziyeleri, düğünleri, savaşları, sevinçleri veya üzüntüleri söz konusu olduğunda hissiyatlarını tekbir getirerek ifade ederler. Ki bundan daha doğal bir şey olamaz. Zira manifesto niteliğinde olan iki kelimeden oluşan bu cümle tevhid dininin temelini oluşturmaktadır. Kendisini muvahhid gören cümle insan da bu ifadeyi dudaklarından hiç bir zaman eksik etmemektedir.
Gerçekliği şüpheli, geçici her türlü ziyan düşünce kalıplarını reddeden tekbir aynı zamanda fıtri ve hakikat olanı kabul edişi de içinde barındırır. "Allah-u Ekber" zalimlerden, tuğyan ehlinden, müfsitlerden değil Müslümanlardan olmanın onurunu ilan etmektir. Bu sebeple tekbir getirmek yeryüzündeki en şerefli işlerden birisidir.
Tabi ki bunun kıymetini anlamayan Müslümanların varlığı da yadsınamaz. Karşıtlarımız ontolojik düzlemde durduğumuz yerlerin son derece farkındalar ve bu sebeple hedef alıyorlar. Öte yandan bazı Müslümanlar ise hoş görünmek veya herhangi bir aşırı(!) grupla anılmamak adına bu lafzı kullanmaktan geri durabiliyorlar. İslam düşmanlarını cesaretlendiren bu tarz yoksun tavır alışlara anlam verebilmek mümkün değil gerçekten. İnsanın sadece tekbire karşı tepki gösterenlere bakarak bile tekbir getiresi geliyor...
Türkiye’de muhafazakar hükümetin kültür ve eğitim bakanlıklarını yapmış bir büyüğümüz(!) “bizim geleneğimizde böyle tekbir getirmek yok” zırvasını dillendirmişti bundan yıllar önce. Aynı iktidarın artık kabak tadı veren “eğitim ve kültürde istenilen yere gelemedik” eleştirisini de göz önüne alınca kendi yaptıkları tespitin cevabını da yine kendi seçimlerinde bulacaklarını görmek gerekiyor. İçerisinde tekbir atmanın olmadığı gelenek son derece süfli, biçare ve kimliksiz bir mefhum olarak kalıyor.
Müslümanların niçin her olay karşısında "Allah-u Ekber" dediğini anlamayanların olaya böyle bir çerçeveden yaklaşması gerek. Tabii gerçekten anlamak istiyorlarsa. Yoksa sadece düşmanlık etmek için tekbir karşıtı söylemler dile getirenlere elimizden “Allah-u Ekber!” demekten başka bir şey gelmiyor. İslam karşıtlarının Müslümanları ilgilendiren her meselede içerisinde bulunduğumuz popülist söylemden de faydalanarak tekbiri hedef alması da ibretlik bir durum olarak önümüzde duruyor.
"Allah-u Ekber" insanın ekber olan karşısında acziyeti, ekber olana sığınışı, ekber olan dışındakilerden yardım dilememesinin beyanıdır. Suriye’deki bir mücahit mücadelesini tekbirle anlamlandırıyor, darbeci Sisi’nin zindanlarındaki mazlumlar da, İzmir’de minicik bir yavrucağı depremden kurtaran Müslümanlar da… Bir eylemde kaşlar çatılmış, yumruklar sıkılmıştır. Gergin ruh hali o esnada hakkı haykırmak için toplanan Müslümanları aynı sözde birleştirir. Her şey O’nun adına yapılacak olan çağrıyı beklemektedir… O dakikadan sonra gerginlik yerini sevince bırakır.
Yaşamayanın bilemeyeceği bu coşku bizi Suriye’de, Mısır’da, Bosna’da, Çeçenistan’da, İzmir’de bir araya getiren şeydir. Aramızdaki ortak dildir. Müslümanlığımızın izharı olan tekbir sadâsını dillendirmekten bu yüzden onur duyuyoruz. Daha yüksek sesle ve büyük bir sevinçle: ALLAH-U EKBER!
İzmir depreminde 91 saat sonra kurtarılan Ayda bebeğin tekbirlerle karşılanması bazı çevreleri rahatsız etmiş!
Abdurrahman Güner / HAKSÖZ HABER
"Allah-u Ekber" sadâsı Resul-i Ekrem(s)’e inzal olunmaya başlanan ilk kelamdan beri Müslümanlığın yeryüzündeki nişanı oldu. O tarihten itibaren kendisine “ben Müslümanım” diyen herkes bunu izhar etmek için "Allah-u Ekber" dedi.
Müslümanların verdiği var oluş mücadelesinde de yine "Allah-u Ekber" lafzı kendisini bu anlam dünyasına ait hissedenlerin en çok kullandıkları nida cümlesi oldu. Patani’den Mağrib’e, Kafkaslardan, Afrika’ya kadar silahlı veya silahsız direniş grupları "Allah-u Ekber" cümlesinin altında bir araya geldiler. Bu yönüyle bu kullanım yalnızca bir slogan ya da harekete geçirici bir komut değil aynı zamanda bir yaşam biçimini ifade etmektedir.
Kendisini "Allah-u Ekber"in de içerisinde bulunduğu anlam dünyasına ait hissedenler taziyeleri, düğünleri, savaşları, sevinçleri veya üzüntüleri söz konusu olduğunda hissiyatlarını tekbir getirerek ifade ederler. Ki bundan daha doğal bir şey olamaz. Zira manifesto niteliğinde olan iki kelimeden oluşan bu cümle tevhid dininin temelini oluşturmaktadır. Kendisini muvahhid gören cümle insan da bu ifadeyi dudaklarından hiç bir zaman eksik etmemektedir.
Gerçekliği şüpheli, geçici her türlü ziyan düşünce kalıplarını reddeden tekbir aynı zamanda fıtri ve hakikat olanı kabul edişi de içinde barındırır. "Allah-u Ekber" zalimlerden, tuğyan ehlinden, müfsitlerden değil Müslümanlardan olmanın onurunu ilan etmektir. Bu sebeple tekbir getirmek yeryüzündeki en şerefli işlerden birisidir.
Tabi ki bunun kıymetini anlamayan Müslümanların varlığı da yadsınamaz. Karşıtlarımız ontolojik düzlemde durduğumuz yerlerin son derece farkındalar ve bu sebeple hedef alıyorlar. Öte yandan bazı Müslümanlar ise hoş görünmek veya herhangi bir aşırı(!) grupla anılmamak adına bu lafzı kullanmaktan geri durabiliyorlar. İslam düşmanlarını cesaretlendiren bu tarz yoksun tavır alışlara anlam verebilmek mümkün değil gerçekten. İnsanın sadece tekbire karşı tepki gösterenlere bakarak bile tekbir getiresi geliyor...
Türkiye’de muhafazakar hükümetin kültür ve eğitim bakanlıklarını yapmış bir büyüğümüz(!) “bizim geleneğimizde böyle tekbir getirmek yok” zırvasını dillendirmişti bundan yıllar önce. Aynı iktidarın artık kabak tadı veren “eğitim ve kültürde istenilen yere gelemedik” eleştirisini de göz önüne alınca kendi yaptıkları tespitin cevabını da yine kendi seçimlerinde bulacaklarını görmek gerekiyor. İçerisinde tekbir atmanın olmadığı gelenek son derece süfli, biçare ve kimliksiz bir mefhum olarak kalıyor.
Müslümanların niçin her olay karşısında "Allah-u Ekber" dediğini anlamayanların olaya böyle bir çerçeveden yaklaşması gerek. Tabii gerçekten anlamak istiyorlarsa. Yoksa sadece düşmanlık etmek için tekbir karşıtı söylemler dile getirenlere elimizden “Allah-u Ekber!” demekten başka bir şey gelmiyor. İslam karşıtlarının Müslümanları ilgilendiren her meselede içerisinde bulunduğumuz popülist söylemden de faydalanarak tekbiri hedef alması da ibretlik bir durum olarak önümüzde duruyor.
"Allah-u Ekber" insanın ekber olan karşısında acziyeti, ekber olana sığınışı, ekber olan dışındakilerden yardım dilememesinin beyanıdır. Suriye’deki bir mücahit mücadelesini tekbirle anlamlandırıyor, darbeci Sisi’nin zindanlarındaki mazlumlar da, İzmir’de minicik bir yavrucağı depremden kurtaran Müslümanlar da… Bir eylemde kaşlar çatılmış, yumruklar sıkılmıştır. Gergin ruh hali o esnada hakkı haykırmak için toplanan Müslümanları aynı sözde birleştirir. Her şey O’nun adına yapılacak olan çağrıyı beklemektedir… O dakikadan sonra gerginlik yerini sevince bırakır.
Yaşamayanın bilemeyeceği bu coşku bizi Suriye’de, Mısır’da, Bosna’da, Çeçenistan’da, İzmir’de bir araya getiren şeydir. Aramızdaki ortak dildir. Müslümanlığımızın izharı olan tekbir sadâsını dillendirmekten bu yüzden onur duyuyoruz. Daha yüksek sesle ve büyük bir sevinçle: ALLAH-U EKBER!